2 Ekim 2009 Cuma

"The Dirty 12"a açık mektup


akşam üstü, güneş batıyor, ve ben size en sevdiğim filmlerden birinden bahsedeceğim; the dirty dozen...

1967 yapımı filmde Lee Marvin Major Reisman rolü ile başrolde. John Cassavetes'den tutun Charles Bronson'a kadar da bir çok değerli sinemacı yine önemli rollerde.

Filmin konusunu imdb'deki 2 ayrı plottan aynen aktarıyorum;

"A Major with an attitude problem and a history of getting things done is told to interview military prisoners with death sentences or long terms for a dangerous mission; To parachute behind enemy lines and cause havoc for the German Generals at a rest house on the eve of D-Day."

"An Army Major who likes to butt heads with his superiors, is being "given" a new assignment, to train 12 men who are either sentenced to death or life imprisonment, to go behind enemy lines raid a chateau that the Germans are using as an R&R center and kill as enemy officers as they can and disrupt the German chain of command. Now he not only has to train them; he has to get them to start acting like a unit. And when a Colonel whom the Major has been having the most trouble with reports to the Generals that his unit is not working out, the Major asks the General to try them out by having them participate in a war game. If they don't succeed they will be sent back to prison to face their sentences."

http://www.imdb.com/title/tt0061578/plotsummary

işte böyle. 12 değil 10 kişiydik ama ben bizi biraz bu hikayedeki takıma benzettim hep. en önemli farkımız ise; dirty dozen'dan geriye sadece 4-5 kişi kalarak bitmişti macera. biz ise hayatta kaldık.

sizlere özel yazdığım gibi; böyle mükemmel bir ekibin parçası olduğum için gurur duyuyorum...

En içten sevgi ve en gerçek saygılarımla...

1 Ekim 2009 Perşembe

değişim zamanı

ne sihirli kelimeler. yeni, başlangıç, değişim, son...

bu gün 3 yıl 4 aydır bir parçası olduğumu düşündüğüm ve bu süre içinde 10 kat büyümüş olan sevgili şirketimden (pek de uzağa gitmesem de) ayrılıyorum. geldiğim yere dönüyorum.

yazacak, anlatacak çok şey var. ama kısaca hep söylediğim şeyi söyleceğim;

3 yıl
3 marka
3 bina
3 genel müdür
3 genel müdür yardımcısı
4 müdür
binlerce km fiber
onlarca yeni ürün
onlarca hatta belki de yüzlerce tarife, kampanya, özel teklif,
onbinlerce yeni müşteri, yeni gelir...

ne kadar çok yeni, ne kadar çok değişim, ne kadar çok başlangıç yapmışız...

gördüm ki değişmeyen bir avuç insanla bir de ben kalmışım. gördüm ki değişim zamanı 3 kere gelmiş geçmiş ama ben üzerime alınmamışım. inanmışım bir şeylere ve masada oturmaya devam etmişim.

aslında bir çok sebebi var gibi olmasına rağmen tek bir sebebi var gidişimin ve bunu hepimiz biliyoruz. saklamadım ki kimseden?

profesyonel hayat trafiğe benzer arkadaşlar. altınızdaki araba ne kadar iyi, ne kadar güçlü, ne kadar hızlı olursa olsun, hızınız önünüzdeki arabanın hızı kadardır. ve siz ne kadar sollarsanız sollayın, az ileride başka bir arabanın arkasına düşer ve sollamak için uygun zamanı beklersiniz. bazen bir bakarsınız saat 19:00'da birinci köprüdesiniz. bir türlü bitmez trafik.

ha bir de trafik ışıkları var. tam önünüz açılır, son sürat gitmek istersiniz ama kırmızı yanar bazen. geçmek isterseniz yersiniz cezayı. kimse bakmaz arabaya, sürücüye. ya da bakar bazen :)

önünüz hep açık olsun, önünüze hep aynaya bakıp sizi görüp sağa geçip size yol verecek sürücüler çıksın...

En içten ve gerçek sevgilerimle...